Putinizm’den Payımıza Düşen
Tarih, bu topraklarda kurduğumuz devletlerin kuzey komşumuzda kurulanlarla hep sıkıntılarına tanıktır. Osmanlı, Romanovlar’la defalarca karşı karşıya gelirken genç Cumhuriyet, girmediği dünya savaşının hemen ardından boğazlarda ortak egemenlik ve doğu illerinin bazılarının terk edilmesi talepleriyle karşı karşıya gelmişti.
Yakın yıllar önceki -o zamanlarda bile geçici olduğuna emin olduğumuz- bahar ayları, yerini yine puslu ve öngörülemez bir havaya bıraktı. Soğuk Savaş yıllarının ardından -özellikle Yeltsin dönemi süresince- rüzgârda yönünü kestiremeyen bir sal gibi oradan oraya sallanan Rusya, tam bir Soğuk Savaş istihbaratçısı olan Putin’le yine yükseliş arayışında.
Pek çoklarınca eskisi gibi bir Süper Güç olarak adlandırılmasa da en büyük rakibi karşısında yine onun bedeninde olduğunu ispat etmeye çalışan, eski Çarist, eski sosyalist, neo kapitalist(imsi), ama kesinlikle sonuna kadar Putinist olan komşumuzun eski alışkanlıkları depreşti.
Güç siyasetinden beslenen, tehditkâr, emperyal ve meydan okuyucu...
* * * * * * *
Kırım’a el koyan, Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın içini boşaltmaya çalışan, hep korkuttuğu İran’la bir öyle-bir böyle siyasetini sürdüren, Ermenistan’a olan koruyucu ve müdahaleci siyaseti hiç değişmeyen, dün savaştığı Kadirov’u kuklaya çevirip kendisine bağlayarak Çeçenistan’ın sahibi olan, baba Esad’tan oğul Esad’a kadar Suriye’nin hâmisi olan Rusya.
Bütçesinin en büyük gelir kalemi olan petrolün varili 10 dolara kadar düştüğü ve köhnemiş ekonomik, askeri, teknolojik yapılarını düzeltemediği için 1998’de büyük krize giren, derken büyük rakibinin Saddam’ı devirmeye karar vermesi sonucunda 15 misli artan petrolün muazzam getirisiyle yumuşak başlı hâllerinden hızla uzaklaşıp asabileşen, kafa tutan, “yıkılan duvarın” hesabını hiç kapatmak istemediğini belli eden Rusya.
Aslında Rusya adının geçtiği bazı yerlerde Putin demek daha doğru olacak. Ülkenin ulusal şampiyonu kamu kurumlarını oligarklara çerez parasına dağıtan, dünün işçi çocuklarını bir gecede dolar milyarderi yapan ve tek şart olarak siyasete bulaşmamalarını isteyen, laf dinlemeyenlerini aprondaki özel jetlerinde özel kuvvetlerin baskınıyla tutuklayan, güldürü niteliğinde ithamlarla onları -kendilerinden bir daha haber alınmamacasına- hapislerde yatıran, kimilerini günün birinde nasıl olduğu anlaşılmaz şekilde salıveren, asansörlerde esrarengiz şekilde muhalif gazeteci öldüren, bildik yöntemlerle susturma politikasından hiç vazgeçmeyen, eski KGB ajanı, yeni kaplan terbiyecisi, 2010’larda tüplü televizyon izleyicisi, önce devlet başkanı, sonra başbakan, sonra yeniden devlet başkanı Putin.
* * * * * * *
Hava sahamızı kevgire çevirmeye çalışıp tepkimizi ölçtüğü artık açıkça belli olan kuzeyli komşumuz, hiç beklemediği cevap sonrasında Türkiye’ye karşı ekonomik, askeri, kültürel, medyatik, propagandavari her türlü enstrümanla topyekün saldırı başlattı. Vazgeçilen vizelere yeniden dönmesi, Türkiye’den giden sebze, meyve ve beyaz ete yasak koyması, seminer vermek için aldığı davet üzerine gelen dünya şampiyonu Türk karatecinin kapıdan çevrilmesi, büyük ihaleleri üstlenen Türk müteahhitlerinin kontratlarının bir anda iptal edilmesi, Türk takımlarıyla oynayacakları uluslararası maçlara kimi Rus takımlarının gelmemesi, Rus üniversitelerinde öğrenim gören Türk öğrencilere “kendi istekleriyle okuldan ayrılmak istediklerine” dair dilekçe imzalatılması, vesaire, vesaire.
Bilim, edebiyat ve sanat dallarında müthiş birikimi olan, kadim devlet geleneğiyle tanınan koca bir devleti çocukça tepkilerle küçülten Putin’in yanardağ siyasetinin sonu nereye varır; görünen o ki bunu Türkiye değil, aslında Rusya belirleyecek. Nerede durmak istediğini, neden vazgeçip ne aldığının muhasebesini yaptığında belirleyecek.
Bu haşin politikadan payımıza ne düşeceğini göreceğiz. Ancak şimdiden NATO’nun ve batı bloğunun sonu gelmez ikircikli ve güvenilmez siyasetini kim bilir kaçıncı kez test ettik bile. Tamamen askeri bir doktrinin parçası olan NATO’nun genel sekreterinin “Bu savaşta Müslümanlar ön cephede, kurbanlar Müslüman. Bu mücadeleyi onlar için yürütemeyiz.” cümlesiyle Suriye meselesine dair görüşünü dinle şekillendirmesi şaşırtıcı mı? Bunu da NATO’ya katılmak için Kore’de -kayıplarla birlikte- yaklaşık 1.000 şehit vermeye razı olan Türk hariciyesi düşünsün.