top of page

Ders Sayılarının Azalması

Doğrusu bu ya, Millî Eğitim Bakanlığı ile görüşlerimiz pek çok konuda örtüşmüyor. Aslında örtüşüyor da denebilir. Ama yaklaşık 20 yıllık gecikmeyle.


Bakanlık bürokrasisinin bir refleksi var. Herhangi bir makul düşüncenizi o anda zinhar kabul etmiyor. Aradan bir hayli zaman geçiyor ve bu görüşleri, tamamen kendileri keşfetmiş gibi, eğitimde yenilik olarak kamuoyuna sunuyor. Bir zamanlar aynı görüşlere büyük bir direnç gösterdiği hususuna ise hiç girmiyor.


Medyadaki haberi okumuş olmalısınız. Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Türkiye'de ortaöğretim kurumlarında 16-17 ders varken Japonya'da, Kanada'da, İngiltere'de, Yeni Zelanda'da, ABD'de 5-6 ders bulunduğunu belirterek, “Neden bizde bu kadar çok ders var? Onlarda az olduğu hâlde onlar bizden daha başarılı. Peki ne yapacağız? Çözümümüz hemen eylül ayından itibaren 9. sınıflardan başlayarak bütün Türkiye'de bunun uluslararası standartlarına geçmek. Ama bunu bütün Türkiye'de aniden yapmayacağız.” dedi.


Haberi okuyunca aklımıza 19 yıl öncesi geldi. Türkiye Özel Okullar Birliği’nin 2000 yılındaki bir girişimi için oluşturduğu ve çalışmalarında yer aldığımız Müfredat ve Eğitim Yöntemleri Komisyonu için bir rapor hazırlamıştık. Raporun ilk iki maddesini harfiyen dikkatinize getiriyoruz.


****************************************************************************************


Eğitim sistemimiz, öğrenciye fazlasıyla yüklenen, onu mantıksızca yoran bir ders ve müfredat yoğunluğuna sahiptir. Araştıran, okuyan, merak eden, bu arada kişiliğini dışa dönük, kendine güvenen, diğer insanlarla iletişim kurabilecek ve sosyal bir insan olacak şekilde geliştiren bireyler yetiştirilmesi isteniyorsa daha az sayıda ders grubuna ayrılan, daha az sayıda günlük ders saati olan, daha az sayıda sınav yapan bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Bu arada derslerde okutulan kitapların seçiminde okullara daha çok inisiyatif veren, yıllık çalışma takvimini daha sık dinlencelerle bölen, ancak toplamdaki iş günü sayısını artıran bir anlayış da gerekmektedir.


1. 625 sayılı kanunun 26. maddesinde “özel öğretim kurumlarının yönetmelikler ve müfredat programları Millî Eğitim Bakanlığınca onanır” denmektedir. Bu ifade, bakanlıkça onaylanmak koşuluyla özel okulların kendilerine ait özel müfredatlarının yapılabileceğine açık kapı bırakmaktadır. Oysa hiçbir okula uygulamada böyle bir hak tanınmamaktadır. Hatta üst düzey bir bakanlık bürokratının ifadesi “müfredat tabudur, ona dokunmayın” şeklindedir. Müfredat tabu değildir ve olmamalıdır. Bilgi, zamanın hızına yetişilerek güncellenmelidir. Yabancı ülkelerde özel okullara kendi müfredatını kendisinin yapabilmesi konusunda büyük esneklikler tanınmaktadır.


Ülkemizin özel koşulları düşünüldüğünde bakanlığın birtakım kurumlarca istismar edileceği düşüncesiyle buna izin vermediği sanılmaktadır. Oysa özel okulların, üniversitelerin eğitim uzmanlarının yardımları ve yol göstericiliği ile gerçekleştirmek istediği yeni müfredatlara izin verilmelidir. Kuruma özel müfredatlar, bakanlığın yine “kontrol” merci olması ve onaylaması koşuluyla uygulanabilmelidir. Elbette art niyetli okullar böyle bir esnekliği istismar etmek isteyebilir. Ancak örneğin matematik alanında, fen bilimleri alanında, yabancı dil alanında özel bir iddiaya ve bu konuda ağırlıklı bir müfredata sahip olmak isteyen bir kurumun önü de kapanmamalıdır. Böylece velilere ve öğrencilere değişik alanlarda iddia sahibi olan okul seçme hakkı tanınmış olacaktır. Bu konuda ABD’deki özel okullar örnek gösterilebilir.


a. Bir müfredat programının çatısı (zorunlu dersler), anadil, yabancı dil, matematik, fen bilimleri, tarih ve güzel sanatlar ders gruplarından oluşmalı ve ağırlık anadil, yabancı dil, matematik ve fen bilimlerine verilmelidir. Zaten bu anılanlar dünyanın her yerinde okul müfredatlarını oluşturan derslerdir. Değişen, bu derslerin yoğunluğu ve içeriğinin düzeyi olacaktır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Psikoloji, Felsefe, Beden Eğitimi, Müzik, Resim, Bilgisayar, Vatandaşlık Bilgisi gibi dersler sürekli zorunlu dersler olmamalıdır. Ancak örneğin güzel sanatlar ders grubunda müzik veya resimden bir tanesinin, o da söz gelimi bir dönem okutulması zorunluluğu getirilebilir (burada esas olan sürekli zorunluluğun olmamasıdır).


Her okul, bir öğrencinin daha iyi yetişebilmesi için gerekli olduğuna inandığı asgari oranlarda bu dersleri müfredatında bulundurmalı, sonrasındaki ilaveler tamamen o okulun hangi alanda iddia sahibi öğrenci yetiştirmek istediği ile şekillendirilmelidir. Öğrenci başlangıç sınıflarında daha çok sayıda zorunlu ders almalı, üst sınıflara doğru geçtikçe zorunlu derslerin adedi azalırken seçmeli derslerin adedi çoğalmalıdır. Böylece mezuniyet yaklaşırken öğrenci, yükseköğrenime ve sonrasında atılacağı hayata hazırlanacaktır.


b. Bir öğrenci, yaşı ne olursa olsun bir dönemde 4 ile 6 arasında ders almalıdır. Oysa ülkemizde bir ders enflasyonu yaşanmaktadır. Bir dönemde 10-11 ders alan öğrencilerin bu derslerin birkaç tanesini bile sindirerek kavrayabileceği olanaklı gözükmemektedir. Kaldı ki bu kadar çok sayıdaki ders öğrencinin ödev ve sınav yükünü inanılmaz derecede yükseltmekte, bu durumda araştırma yapması mümkün olmamaktadır. Örneğin bir lise 2. sınıf öğrencisi, aldığı 10-11 tane dersten bir dönemde toplam 30’a yakın sınav olmaktadır. Bu yükü “rasyonel” olarak görmek mümkün değildir.


c. Bir dönemde yapılan sınav sayısı, gereksiz ölçüde çoktur. Bazı derslerde 3, hatta 4 tane sınav yapılması olağan hâle gelmiştir. Dönem içinde bir tane, dönem sonunda bir tane olmak üzere bir dersten bir dönemde toplam en fazla 2 sınav yapılmalıdır.


d. Sene sonu notu, sadece sınavların sonuçlarının aritmetik ortalaması ile hesaplanmamalıdır (kanaat notu uygulaması, aritmetik ortalamayı çok istisnai durumlar haricinde pek değiştirmemektedir). Yapılması gereken genel anlamda şu şekilde olmalıdır:


Dönem notu

Yaklaşık %25 : Dönem içi sınavı

Yaklaşık %40 : Dönem sonu sınavı

Yaklaşık %25 : O dersten verilecek bir araştırma projesi veya benzeri bir çalışma

Yaklaşık %10 : Derse katılım, ilgi ve dersteki tutum


e. Seçmeli dersler bir eğitim programının hayati noktalarından biridir. Seçmeli dersler için hazırlanan müfredat, ders saatleriyle orantılı olarak düzenlenmelidir. Ülkemizdeki seçmeli dersler ne yazık ki öğrencinin ciddiye almadığı ve not ortalamasını yükseltmeye yarayan sıradan derslere dönüşmüştür. Oysa günümüzün Türkiye’sinde ve dünyasında yaşayan her bireyin bilmesi gereken bilgiler vardır. İşte seçmeli dersler bu zenginliği verebilmelidir. Örneğin Türk Demokrasisi ve Partiler, Türk Dış Politikası ve Türkiye’nin Komşularıyla Olan İlişkileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD ile İlişkileri ve Batılı Ülkelerin Türkiye’ye Bakış Açısı, Çağdaş Politik İdeolojiler, Ekonomi’ye Giriş, Türk Ekonomisi, Pazarlama, Yönetim Organizasyonu, Amerikan ve Avrupa Tarihi, Balkanlar ve Ortadoğu, Amerikan ve Avrupa Coğrafyası, Medeni Hukuk, Devletler Hukuku, Felsefe ve Bilim Tarihi.


Müzik, resim gibi dersler seçmeli ders olarak verilmelidir. Beden Eğitimi dersinden verilecek not sadece “başarılı/başarısız” şeklinde olmalıdır.


2. Haftalık ders saati sayısı mutlaka düşürülmelidir. Niceliğin beraberinde nitelik getireceği inancı değişmelidir. ABD’de en iyi üniversitelere öğrenci gönderen liselerin haftalık ders saati sayılarının, şu anda haftada 41 saat dersi olan fen liselerinden az olması ibret vericidir. Özel okullara hangi dersi kaç saat okutacağı konusunda esneklik tanınmalıdır. Araştırmaya yönlendirilmiş öğrencilerin yetiştirilememesi eğitimcilerin, velilerin ve öğretmenlerin ortak görüşüdür. Oysa gününün tamamını sınıfın içinde ve yoğun bir müfredatla boğuşarak geçiren bir öğrencinin araştırma yapmaya yönlendirilmesi zaten mümkün değildir. Ders saati sayısının azaltılması, öğrencinin boş kalacağı anlamına gelmeyecektir. Yaratılan zaman dilimlerinde öğrenciler okuyacak, bilgisayar kullanacak, araştırma yapacak, sosyal yönünü geliştirici faaliyetlerde bulunacak ve bir alt maddede de belirtildiği üzere “toplum hizmeti” sunacaktır.


****************************************************************************************


Şimdi: İtiraf ediyoruz ki hem bu satırları kaleme alıp hem de uzun okul günleri uygulamak çok içimize sinmiyor. Ama şunun da hakkının verilmesini bekleriz: Tavsiyemiz olan ifadeler tüm eğitim sisteminin parametrelerinin değişmesine bağlı olarak anlam bulacaktır. Üniversiteye girişte uygulanan sınav modeli var oldukça yorucu okul günlerinden oluşan bugünkü durum da sürecektir (akademik, sosyal ve benzeri yeterlilikleri bir araya getiren bir paketten oluşan üniversiteye başvuru sistemine dayalı öznel uygulamalara henüz geçemediğimiz için merkezî sınavı çaresizce devam ettirmeliyiz).


Bir de yine MEB tarafından yakın zamanda gündeme getirilen akademik takvimin değişmesi hususu var ki o konuda da malzemeye sahibiz. Önce bakanlığa, sonra onun işaret ettiği üzere valiliğe yaptığımız başvurular geri çevrildiğinde üzülmüş ve son derece yenilikçi bir uygulamanın kıyısından dönmüştük. Görüyoruz ki yaklaşık 20 yıl aradan sonra bu konu da tartışılmaya hazır hâle geldi. Bir başka yazıda bundan da söz etmeliyiz.


Anlaşılan, MEB bürokrasisinin yeni fikirler için “t + 20 yıl” kuralını uyguladığını kabul etmemiz gerekecek.

Etiketler:

Öne Çıkanlar
Yakın Tarihliler
Arşiv
Etikete Göre Ara
bottom of page